Ayak Şişmesi Nasıl Geçer?

Ayak Şişmesi Nasıl Geçer

Ayak şişmesi nedenleri ve tedavisi

Ayak şişmesi bir çok nedenle olabilir. Ayakların şişmesi, hormonal, metabolik ve dokusal nedenlerden ayaklar şişebilir. Ayak şişmesinin, uzun süre ayakta kalmak, burkulmalar, hamilelik, kalp ve dolaşım sistemi rahatsızlıkları gibi pek çok nedeni vardır. Bu nedenle ayak şişmeleri tek taraflı ve iki taraflı ayak şişmeleri olarak iki gruba ayrılır.

Her iki ayakta olan ayak şişmeleri genellikle sistemik hastalıklara bağlı, böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği ve damarsal sorunlara bağlı damarların genişlemesi (varisler) gibi hastalıklara işaret eder iken, tek ayakta olan ayak şişmeleri daha çok, o uzuvun travmalar sonrası oluşabilecek yaralanmalarını, tendinitlerini yani kiriş iltihaplarını o bölgeye ait bası nedeni ile oluşan yetmezlikleri göstermektedir. Bunları dikkate alarak ayak şişmeleri iki taraflı'mı, tek taraflı'mı doğru teşhis etmek önemlidir.

Ayak şişmesi nedeni nasıl teşhis edilir ?

Ayak şişmesi şikayeti olan hastada özellikle çift taraflı ise kalp yetmezliği veya böbrek yetmezliği düşünülmeli'dir ve bu tür bir belirti olduğunda mutlaka dahiliye uzmanına baş vurmak gereklidir. Fakat, tek taraflı bir şişlik söz kunusu ise o bölgedeki problemleri ortaya çıkartmaya yönelik teşhis yöntemleri uygulanır. Bu yöntemler, ultrasonografi tetkiki, röntgen filmleri, hastanın ayrıntılı bir şekilde ortopedi uzmanı tarafından muayene edilmesi gibi bir takım tetkikler ayak şişmesinin nedeni ortaya koymada yardımcı olur.

Ayaklarda şişlik nasıl tedavi edilir ?

Ayak şişmesi tedavisi, ayaklarda şimenin nedenine bağlı olarak yapılır. Ayaklardaki şişlik herhangi bir travma nedeni ile oluşmuş ise yaralanmanın tedavisi yapılır ve şişliğin inmesi için buz tatbiki uygulanır. İltihabi nedenle ayak şişmesi durumlarında iltihabı gidermek için verilen ilaçlar kullanılır. Sistemik hastalıklara bağlı gelişen ayak şişmelerinde öncelikle hastalığın tedavisi yapılmalıdır ve bu dönem içerisinde akşamları ayakları ılık tuzlu suda yarım saat beklettikten sonra, bacakları bir miktar yukarı kaldırarak dinlenmek faydalı olur. Ayrıca, çok uzun ayakta kalmamayı dikkat etmek, çok uzun yürümemek, çok uzun oturmamak, tuzlu yemekten kaçınmak, ayakkabı seçiminde ayağın rahat edeceği ayakkabıları kullanmak, bacak ve ayak egzersizleri yapmak ayak şişmesini engellemede faydalı olacaktır.

Sarı Nokta Hastalığı Nedenleri Ve Belirtileri

Sarı Nokta Hastalığı Nedenleri Ve Belirtileri

Sarı nokta hastalığı (makula dejenerasyonu) tedavisi

Sarı nokta önemli bir göz hastalığıdır. Göze bakacak olursak yan kesitinden ve önden arkaya doğru, öncelikle kornea (gözün önündeki cam tabaka), daha sonra göz içi merceği, merceğin arkasında jel ile dolu destek tabakası (retina tabakası) vardır.

Bu retina tabakasında sinir hücreleri vardır ve dışarıdan gelen ışık retina üzerinde odaklanarak sarı nokta denilen alanda toplanır ve görme sinirinden beyne doğru ilerler. Gözün sarı nokta alanı beynin sinir tabakasının bir devamıdır. Sarı nokta bölümünde meydana gelen bir hasar sonucu burada kalıcı hasar oluşur. Çünkü bu hücreler tekrar kendi ışınını yenileyemezler.

Sarı nokta hastalığı (makula dejenerasyonu) neden olur?

Gözün sarı nokta bölümünün birçok hastalığı olabilir. Örneğin, üzerinde bir delik veya bir zar oluşabilir. Fakat sarı nokta denilen durum, genellikle sarı noktanın dejeneratif yani yaşa bağlı bozulmasından kaynaklanan bir durumdur.

Burada bulunan hücrelerde bazı atık maddeler ve yaşın ilerlemesi sonucu oluşan birikimler sarı nokta bölümünde bulunan sinir hücrelerine zarar verir ve merkez görme (bakılan alanın tam ortasını görme) bozulur ve renkli görme de kaybolmaya başlar. Yaşa bağlı sarı nokta hastalığı genellikle 60-65 yaşları arasında toplumda görülme sıklığı % 6-7 civarı iken, 80-85 yaşları arasında % 20 civarındadır.

Sarı nokta hastalığının diğer nedenleri arasında genetik geçişli olma özelliğinin yanı sıra, diyabet hastalığı, hipertansiyon hastalığı, kalp damar hastalığı, kolesterol yüksekliği olan bireylerde sarı nokta hastalığı daha sık görülür. Ayrıca kontrolsüz beslenme, sağlıksız yaşam şekli, hareketsiz yaşam şekli, göz için gerekli olan vitamin ve minerallerden fakir beslenme gibi etkenlerde sarı nokta hastalığına etken olabilir.

Önlem alınabilecek diğer bir faktör ise sigara kullanımıdır. Sigara kullanımının hem süresi hemde miktarı arttıkça bu hastalığın gelişimine ve ilerlemesine katkısı oldukça fazladır. Bunların dışında ultraviole ışınlarına (güneş ışığına) direkt maruz kalmak ta özellikle açık renkli gözlerde sarı nokta hastalığını tetikleyebilir.

Sarı nokta hastalığı (makula dejenerasyonu) tipleri 

Sarı nokta hastalığının genel olarak iki tipi vardır. Birincisi yaş görme, ikincisi ise kuru görme tipidir. Sarı nokta hastalığının % 80-90'ını kuru görme tipi oluşturur.

Kuru görme tipi sarı nokta hastalığı : Kuru tip sarı nokta hastalığında sinir hücrelerinde yavaş yavaş hasarlanma meydana gelir. Kuru tip sarı nokta hastalığı zaman sürecinde yaş tipe dönebilir. Bu nedenle hastalığın takibi çok önemlidir. Kuru tip sarı nokta hastalığı genellikle iki gözü de etkiler. Bazen her iki gözün etkilenme derecesi aynı anda ve aynı derecede olmayabilir.

Yaş görme tipi sarı nokta hastalığı : Yaş görme tipi sarı nokta hastalığında merkez görme ciddi ve ani şeklide azalır. Çünkü bu durumda retinanın ince kat tabakasında meydana gelen yeni damarlar arasında kan sızması ve sıvı sızması olur ve bu hücreler ani bir şekilde zarar görür.

Sarı nokta hastalığı (makula dejenerasyonu) belirtileri

Sarı nokta hastalığının erken evrelerde belirtileri hasta tarafından fark edilmeyebilir. Çünkü belirtiler yavaş yavaş başlar ve değişen hızda ilerleyebilir. Bu nedenle 50-55 yaşından sonra mutlaka herkes rutin göz muayenesi yaptırmalıdır.

Ayrıca kişiler de kendi kendine gözlerini test edebilir. Hiç bir zaman iki göz birden test edilmemeli ve gözler tek tek test edilerek kontrol edilmelidir. Bu sayede birtakım erken bulgular elde edilebilir. Bu testlerde merkez görme etkilidir.

Bu yüzden okurken bakılan düz çizgilerde bir eğiklik, kırıklık görülebilir. İki göz arasında renk ve ton farklılıkları olabilir. Bunun dışında özellikle kapı ve cam pervezleri, binanın düz kenarları yamuk ve kırıkmış gibi görünüyor ise sarı nokta belirtileri olabilir. Fakat kesinlikle, her iki göz ayrı ayrı bakılarak değerlendirilmelidir. Yaşın ilerlemesi ile hastanın görmesi bir anda azalabilir. Bu tip belirtiler fark edildiğinde mutlaka bir göz doktoruna baş vurulmalıdır.

Sarı nokta hastalığı (makula dejenerasyonu) teşhisi 

Erken evrelerde sarı nokta hastalığını hastanın fark etmesi zordur. Bu nedenle 50-55 yaşını geçen bireylerin mutlaka rutin bir göz muayenesinden geçmesi önemlidir ve bu muayenede retinanın da dikkatli bir şekilde incelenmesi tavsiye edilir. Hasta okurken gördüğü alanda çizgileri, satırları eğri veya yamuk, merkez görme alanında bulanıklık, görme kalitesinde bozukluk görür ise bu şikayetler sonucu doktora gitme ihtiyacı duyar. Fakat hastalar bu durumu genellikle çok geç ve ileri evrelerde fark eder.

Sarı nokta hastalığı teşhisinde FFA yöntemi : Teşhiste yüzeysel göz anjiyosu olarak bilinen FFA yönteminde kol damarından bir ilaç verilerek 5 dakika kadar bir sürede fundus fotoğrafı çekilir ve retina damarları ayrıntılı bir şekilde değerlendirilir.

Sarı nokta hastalığı teşhisinde ICG yöntemi : Derin göz anjiyosu olarak tanımlanan ICG yöntemi daha çok koroid damarlarını göstererek retinanın derin katlarını ve gizli membranlarını incelemede yardımcıdır. Bu yöntemin uygulanışı FFA ile aynı olup bu işlem 30-45 dakika kadar sürer.

Sarı nokta hastalığı teşhisinde OCT yöntemi : Son yıllarda geliştirilen en önemli yöntem olan OCT (göz tomorafisi) sarı nokta hastalığının takip ve tedavisinde çok önemli bir teşhis yöntemidir. Göz tomografisi bazen anjiyografi yapılmadan da sarı nokta hastalığının teşhisini koymada yeterli olabilir.

Sarı nokta hastalığı (makula dejenerasyonu) tedavisi 

Sarı nokta hastalığının tedavisi tipine göre değişiklik gösterir ve hastaya göre de değişiklik gösterebilir. Kuru tip (atrofik) tip denilen erken evredeki lezyonlarda korunma tedavisi ile hastalığın ilerlemesi durdurulur. Yaş tip sarı nokta hastalığının tedavisinde ise etkili olan ve görmeyi koruyan önemli bir tedavi yöntemi yoktur.

Tıp dünyasında bu hastalığı tedavi etmek amacı ille çalışmalar yapılmakta ve devam etmektedir. Öncelikle hastalığın teşhisi doğru konmalıdır ve teşhis doğrulandıktan sonra kişiye özel risk faktörleri vardır. Bu risk faktörlerinin tedavisinin yapılması amaçlanır.

Sarı nokta hastalığından korunma tedavisi : Örneğin sarı nokta hastalığı genetik nedenlere bağlı ise günümüzde bu faktörü değiştirmek mümkün değildir. Hastada sigara kullanımı söz konusu ise sigaranın bırakılması sarı nokta hastalığı tedavisinin olmazsa olmazıdır.

Bunun dışında hastalığın ilerlememesi için beslenmenin düzenlenmesi özellikle omega 3 içeren besinlerin (ceviz, yağlı balıklar, yeşil yapraklı sebzeler, havuç, kabak, domates, karalahana, ıspanak, portakal, avakado, kivi gibi) besinlerin bol tüketilmesi, düzenli egzersiz ve yürüyüş yapılması, kilo verilmesi ya da kilo dengesinin korunması önerilir.

Sarı nokta hastalığı lazer tedavisi : Lazer tedavisi sarı nokta hastalığında çok sınırlı öneme sahiptir. Çünkü görmenin merkezi olan sarı noktaya lazer tedavisi uygulanır ise görme daha fazla etkilenebilir. Ancak görme merkezine uzak damarlara lazer tedavisi uygulamak mümkün olabilir. Özel bir madde verilerek yeni gelişen damarların durdurulması bu tedavi yönteminde sağlanabilir. Fakat bu tedavi yöntemi ile görme kaybı azaltılamaz.

Sarı nokta hastalığı enjeksiyon tedavisi : Son yıllarda gözün arkasına uygulanan enjeksiyon tedavisi geliştirilmiştir. Enjeksiyon ile verilen ilaçlar, gözün içerisinde 4 ile 6 hafta arasında kalarak fayda sağlamaktadır. Enjeksiyon tedavisi sayesinde yaş tip denilen sarı nokta hastalığında yeni gelişen damarların kurutulması sağlanabilir ve bu yöntem oldukça etkili bir yöntemdir. Enjeksiyon ile verilen ilaç tedavisi özellikle yeni gelişmiş olgularda 3 kez üst üste şeklinde uygulanır ve hastanın tedaviye verdiği yanıta göre 4 ile 6 hafta ara ile bu ilaçlar bu alandaki kan sızıntısı durana kadar tekrarlanır.

Sarı nokta hastalığı göz içi teleskopik mercek tedavisi : Diğer tedavi yöntemleri hastalığın ilerlemesini durdurmak amaçlı yapılır. Teleskopik merceklerin tedavideki amacı ise görme kaybı gelişen hastalarda görmeyi arttırmaktır. Teleskopik mercekler LVA adı verilen az gören hastalara yardımcı olması için uygulanan dürbün gözlükler şeklinde olabildiği gibi, göz içerisine yerleştirilen mercekler de vardır. Teleskopik mercek tedavisi hastada görme kaybını bir miktar azaltabilir. Fakat görme alanındaki daralma nedeni ile tedavi her hastada aynı etkiyi göstermeyebilir

Sarı nokta hastalığı körlüğe neden olur mu?

Sarı noktanın yaşa bağlı hastalığı tedavi edilmez ise görmeyi ciddi şekilde azaltabilir iken, ışık hissi tam kaybolmaz. Fakat 1-2 metre görüş kaybı % 5 veya daha fazla olabilir. Eğer her iki gözdede aynı derecede tutulum var ise hastanın merkez görmesi bozulur.

Yani hasta baktığı alanın ortasını siyah görür ya da hiç göremez. Baktığı insanın yüzünü göremeyebilir iken, etrafı görme bir miktar korunabilir. Sarı nokta hastalığı tedavi edilmediği taktirde okumak imkansız hale gelir. Hasta dışarı çıktığında kendi başına işlerini halledemez. Elindeki parayı göremez ve bu durum hastanın bağımsızlığını kısıtlar.

PARMAKLARDA SARARMA NEDENLERİ? PARMAKLARDA SARARMA NASIL GEÇER?

Parmaklarda sararma durumu genel olarak ileri yaşlarda görülen bir durumdur. Parmaklarda sararmanın birçok sebebi olabilmektedir. Bu sararma durumu parmakta bulunan kılcal damarlardan kaynaklanmakla birlikte bunun dışında birçok hastalıktan da kaynaklanabilir. Ayrıca parmaklarla birlikte tırnaklarda da sararma birtakım hastalıklar sonucu oluşabileceği gibi kullanılan bazı ilaçların yan etkisi olarak da ortaya çıkabilmektedir. Bu görülen sararma parmaklar dışında vücudun başka yerlerinde de görülüyorsa kesinlikle ihmal edilmemeli ve bir doktora gidilmelidir.

Parmaklarda sararmanın başlıca nedenleri,

    Kılcal damar tıkanıklığı: Kılcal damarlarda oluşan tıkanıklık durumu parmaklarda sararmaya neden olabilmektedir.

    Mantar: Bazı mantar türlerinin parmak arasında ve parmaklarda sararmaya neden olduğu araştırmalar sonucu tespit edilmiştir. Mantarın tedavi edilmesi sonucunda bu sararma ortadan kalkacaktır.

    Sigara: Sigara içen insanların büyük bir çoğunluğunun parmaklarında ve tırnaklarda sararma görülmektedir. Sigaradan kaynaklı sararmalar sigaranın bırakılması sonucu bir süre sonra kendiliğinden sona erecektir.

    Sedef hastalığı: Parmaklarda görülen sararma özelliklede turuncuya da dönük ise bu büyük ihtimalle sedef hastalığından kaynaklanmaktadır. Sedef hastalığının henüz tam bir tedavisi olmamakla birlikte doktorunuz bu konuda uygun tedaviyi uygulayacaktır.

    Vitamin eksikliği: Vücutta oluşan bir takım vitamin eksiklikleri de bu sorunu yaşamamıza neden olmaktadır. Bu nedenle oluşan sararmaları geçirmek için D, B ve C vitaminleri almak sorunu ortadan kaldıracaktır. Ayrıca düzenli beslenme de bu tür sorunları yaşamamak için çok önemlidir. Gerekli besinlerin alınmadığı durumlarda bu tür sararmalar yaşanabilmektedir.

    Korku: Çok korkulduğu durumlarda sadece yüzümüz de değil parmaklarda da sararma yaşanabilmektedir.

    Kan dolaşımının yavaşlaması da parmak aralarında ve parmaklarda sararma görülmesini tetikler. Bu nedenle soğuk havalarda bu durumlar yaşanabilmektedir. Fakat bu sebeple yaşanan sararma kısa sürelidir.

    Çok fazla hamur işiyle uğraşmak da parmaklarda sararmaya sebep olabilmektedir. Bu durum da yine soğuktan kaynaklanan sararma gibi geçici bir durumdur.

Son olarak şunu belirtmek de fayda vardır. Sağlıklı bir vücutta bu tür sararmalar yaşanmamaktadır. Bu nedenle eğer uzun süre geçmeyen sararma durumu yaşıyorsanız mutlaka ihmal etmemeli ve bir doktora gözükmelisiniz. Ve konulan teşhis sonucu uygulanan tedavi kesinlikle ihmal edilmeden uygulanmalıdır.

VÜCUTTA ELEKTRİKLENME NEDENLERİ VE ÇÖZÜMLERİ NELERDİR?

Vücutta elektriklenme zaman zaman herkesin başına gelen bir durumdur. Ama bu yaşanılan elektriklenme olayı bazı kişilerde ciddi anlamda rahatsız edici boyutlarda yaşanabilmektedir. Peki hiç düşündünüz mü vücutta elektriklenme neden yaşanmaktadır. Gelin hep birlikte bu sorunuza cevap bulalım.

Vücutta Elektriklenme Nedir?

Vücudumuzda meydana gelen statik enerji, statik elektriklenmedir. Bu tarz elektriklenmeler kişinin topraktan uzaklaşması sonucu daha fazla görülmeye başlar. Bu durumu engellemenin en kolay yolu ayakkabılarınızı çıkartarak toprağa yalın ayak basmaktır.

Vücutta Elektriklenmenin Nedenleri ve Çözümleri

Elektriklenme yaşama durumu genel olarak bir metala dokunduğunuzda, kapı açma veya kapatma girişimlerinde, biriyle tokalaşırken ya da kolunuzun bir yere teması sırasında meydana gelebilmektedir. İnsan vücudu elektriği iletebilme dahası kendi enerjisini, kendi elektriğini üretebilecek bir yapıdadır.

İnsanlarda sinir sistemi iki gruba ayrılmaktadır. Bunun ilki beyinle omurilik arasındaki görevleri sağlayan “merkezi sinir sistemi” ve vücudun diğer bölgelerindeki sinirleri merkezi sistemle birleştiren “perifik sinir sistemi” olarak tanımlanmaktadır.

Bedenimizde statik elektrik, vücudun biyo-kimyasal işlemlerle beden hareketlilikleri sırasında ortaya çıkan enerji olarak tanımlanır. Bu enerji sırasında özgür kalan elektronlar olmakla bunun negatif özellikte olması, üzerimizdeki aşırı elektriğin yine vücudumuzdaki biyo-elektrik faaliyetlerini olumsuz şekilde etkilemesi durumudur. Bununla birlikte vücudumuzdaki elektriğin az ve düşük seviyelerde olması da kişiler için tehlike durumu yaratabilmektedir. Bu konu hakkında yapılmış olan araştırmalar neticesinde “elektriksel olan tasarım şekliyle bu sinir sistemi oluşmaktadır.”

Sinir sistemindeki, sinirlerin merkezi kaynağı nöronlar olarak bilinmektedir. İnsan beyni ise çoğunlukta bu nöronlardan oluşmaktadır. Elektriklenme sırasında bu nöronlardan herhangi biri diğer nöronu elektriksel olarak çekebilme ve itebilmektedir. Bu durumu ise elektriksel itki olarak taşımayla gerçekleştirilmektedir.

Vücutta elektriklenmenin nedeni tam olarak bilinmemesi yüzünden aşırı elektriğin yüklenmesi olarak ifade edilmektedir. Zira insan vücudunda zaten oldukça enerji bulunmaktadır.

Vücutta Elektriklenme Nasıl Geçer?

•    Çıplak ayak ile toprakta gezinme daha öncede değindiğim gibi vücutta elektriği atmanın en kolay yoludur. Ama burada dikkat edilmesi gereken nokta ayak basılan toprağın temiz olmasıdır. Temiz olmayan toprak yeterli elektriğin atılmasını sağlamayacaktır.

•    Stres de vücutta elektriği arttıran nedenlerden biridir. Bu yüzden stresten ne kadar uzak durursak o kadar iyi olacaktır.

•    Elektriği atmanın bir diğer yolu da duş almaktır. Alınan duşlar vücutta birikmiş olan elektriği azaltmaktadır.

•    Uzak doğu sporları ve Tai-chi sporlarının uygulanması da elektriğin atılmasını sağlamaktadır.

FANTEZİ EDEBİYATI HAKKINDA

Fantezi edebiyatı, gerçeğe dayalı olmayan yazılı anlatım tarzıdır. Genelde hikâye, roman, oyun ve drama gibi yazım biçimlerini içerir. Klasik fantezi edebiyatının en tanınmış örnekleri arasında AlisHarikalar Diyarında yer alır.



Modern fantezi edebiyatının tanınmış örnekleri arasında J.K. Rowlingin Harry Potter J.R.R. Tolkien‘in HobbitYüzüklerin Efendisi, ve Stephen King'in KaraKule, Mahşer gibi eserleri sayılabilir.
Bilim kurgu da fantezi edebiyatı tarzının en yakın yan türüdür. Bu tür, genelde gelecek bir zaman diliminde geçen olayları veya bugün olmayan bilim ve teknoloji unsurlarını temel alır.
Fantezi edebiyatının popülerleşmesinin öncüsü olarak genel kabul görmüş isim John Ronald Reuel Tolkien'dir. Bu edebiyat tarzının içeriğini oluşturan kimi ırk isimleri (orklar, elfler,cüceler, vb.) dahil, harita kullanarak kitap yazma akımı onun öncülüğünde popülerleşmiştir. Günümüzde dünya çapında milyonlarca kişiye ulaşmış olan birçok bilgisayar oyununun da temelinde fantezi edebiyatının zenginliklerinden istifade ettiğini görüyoruz.
Fantezi edebiyatının özelliklerinden birisi de eserlerde sözü edilen mekan, canlı türleri ve diğer öğelerin her eserde kendilerine özgü özellikleri olmasıdır. Neredeyse tüm fantezi edebiyatı eserlerinde doğaüstü olaylara rastlanabilir. Fantezi edebiyatı edebiyat dünyasında sevildiği kadar birçok eleştirinin de odağı olmuştur. Halk arasında bile fantezi edebiyatı eserlerinin insanları tamamen gerçeklerden uzaklaştırmak üzere yazılmış olduğunu düşünen insanlara sık sık rastlayabilirsiniz. Fantezi edebiyatının kişileri yeni dünyalarla tanıştırıp bir süre oraya misafir ettikleri doğrudur ancak, bir şeyin doğruluğunu veya gerçekliğini tam olarak anlatamadığınız zaman nasıl benzetmelere başvurursanız, fantezi edebiyatı da gerçek dünya öğeleri kullanılarak anlatılamayacak durum, düşünce ve diğer içerikleri anlatmak için alternatif bir yöntem kullanır. Tüm eserler bu amacı taşımasa da neredeyse tamamının gerçek dünyaya ilişkin eleştirileri, yorumları, mesajları vardır. Fantastik Edebiyat gerçek manada “Formal” yani biçimsel bir hayal dünyası kurmaktadır. Yoksa anlatılan bütün olgular görünenlerden elenip kavram bazında düşünüldüklerinde gerçek hayatta yaşadığımız duygulardır. Her ne kadar dışarıda gördüğümüz dünyadan yola çoğunlukla çıkılmıyor ve ne kahramanları, ne mekanları ne de gözlemlenen diğer birçok şeyler her gün gördüğümüz tarzda olmasa da karakterler bizler gibi sevmekte,düşünmekte,kötü eylemlerde bulunmaktadırlar. İşte bu noktada Fantastik Edebiyat “Gerçeklik” dahilinde “Gerçekçi” olmayandır.
Fantezi edebiyatı günümüzde J.K. Rowling başta olmak üzere Terry Pratchett ve Stephen King gibi isimlerle zenginlik kazanmaktadır.

ROMAN NEDİR? ROMAN TÜRLERİ NELERDİR?

Genel olarak kişilerin iç dünyalarını, başlarından geçen maceraları, toplumsal bir olay veya olguyu, insanlar arasındaki ilişkileri ve farklı yaşamları okuyucuya aktarmayı amaçlayan düzyazı şeklinde yazılmış kitaplara roman denilmektedir.

Roman terimi ilk olarak Roma İmparatorluğu döneminde yaşayan halkın konuştuğu düzgün olmayan Latinceye verilmiş olan addır. Daha sonraları halkın konuştuğu roman diliyle yazılmış olan halk öykülerine ve destanlara roman denilmeye başlanmıştır. Devam eden yıllarda ise roman bugün kullandığımız anlamda kullanılmaya başlamış ve edebiyatın içinde yer bulmuştur.
Detaylı anlatıma dayalı olan, olayları zaman, yer ve kişiler bütünlüğü içerisinde uyum içerisinde anlatan edebiyat türlerinden biridir. Okuyucu meraklandırıp okumasını sağlayacak öğeler barındıran roman içerisinde sosyal yaşamın içerisindeki kişilerin başlarından geçen olayları zaman ve yer kavramı içerinde birbirleriyle bağlantılı ana bir düşünce etrafında ilerleyerek devam eden olaylar zincirinin yansımasıdır.

Roman kimi zaman gerçek bir olaydan yola çıkarak ilerlerken kimi zaman da hayal dünyasının bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Yazar romanda kişilere can verirken çok farklı noktalar gidip gerçek hayatla hiç örtüşmeyen karakterler yaratabilir. Bu durum yazarın tamamen hayal gücüne ve anlatmak istediği hikâyeye göre değişmektedir. Bazen de öyle içimizden birini hatta kendimizi öyle bir anlatır ki adeta o romanın sayfalar arasında yaşamaya orada can bulmaya başlarız. Burada yazarın içinde bulunduğu toplum, hayata her anlamda bakışı romanı belirleyen en büyük unsurdur.

Romanlar kişilerin birbirlerine yazmış olduğu mektuplar, üçüncü kişinin anlatımı ve romanda konusu geçen biri ya da birilerinin anlatmasıyla olmak üzere üç değişik şekilde yazılmaktadır.

Gelelim roman türlerine,

Romanlar konularına ve bağlı oldukları edebî akımlara göre sınıflandırılmaktadır.

    Konularına Göre Romanlar: Yazılmış olduğu konuya göre adlandırılan roman türüdür. Tahlil romanı, sosyal roman, tarihî roman, serüven romanı, egzotik roman, belgesel roman, didaktik roman, duygusal roman, aşk romanı, oluşum romanı, köy romanı, lirik roman, pastoral roman, otobiyografik roman, bilimkurgu romanı, olarak adlandırılmaktadır.

    Sosyal roman: Toplumsal meselelerin ifade edilip anlatıldığı romanlardır. Bu tipte romanlarda sınıflar arası çatışmalar, ekonomik sorunlar, siyasi değişiklikler, esaret, göç gibi toplumsal hayatla direk ilişkili konuları anlatan roman türüdür.

    Serüven romanı: Günlük hayatımızda görülmesi oldukça zor hatta bazen imkânsız olayların gizemli bir anlatımla ele alan roman türüdür. Bu tür romanlarda olay oldukça büyük bir önem taşır. Sürekli bir hareketlilik söz konusudur. Ve yazarın tüm amacı romanı okuyan kişi ve kişilerin güzel vakit geçirmeleri amaçlanmaktadır.

    Akımlarına Göre Romanlar: Adından da anlayacağınız gibi edebiyat akımlarına göre belirlenen romanlardır. Örnek verecek olursak realist, toplumcu, natüralist, estetik olarak adlandırılabilir.

    Çözümleme (psikolojik) romanı: İnsanların psikolojik ve ruhsal durumlarını, yaşadıkları olaylar karşısındaki tepkilerini ve davranış şekillerini işleyen roman türüdür.

    Tarihî roman: Konularını geçmişte yaşanmış önemli olaylardan ve kişilerden alan ve tarihi bir gerçekliği hayal gücüne dayandırarak anlatan roman türüdür.

MEKTUP NEDİR? ÖZELLİKLERİ VE ÇEŞİTLERİ NELERDİR?

Günümüzde teknolojinin gelişmesi nedeniyle kaybedilen alışkanlıklardan biride mektup yazma alışkanlığıdır. Mektup artık birçoğumuz için eski şairlerin ve yazarların sevgililerine yazdığı mektuplardan duyduğumuz bir kavram hailine gelmiştir.

Mektup bir haberi, isteği veya duyguyu yakınımızda olmayan birine veya birilerine iletmek için kaleme alınan yazı olarak tanımlanabilir. Mektup, insanların anlaşmalarını sağlayan yazılı bir konuşmadır. İstediğiniz her alanda mektup yazılabilmektedir.
Bilinen en eski mektuplar Hitit kralları Hattuşaşların arşivlerinde ve Mısır Firavunlarının yazdığı diplomatik mektuplar olarak bilinmektedir. Mektubun sanat değeri taşıyan olarak yazılan türü edebi mektup olarak değerlendirilmektedir. Edebi mektuplar ilk olarak Romalılarda gelişmiştir. Bu dönemde yazılan mektuplardan dönem hakkında çok önemli bilgilere ulaşılmıştır. Yine Rönesans döneminde baya önem kazanan mektup özellikle İtalya, Fransa, İngiltere ve Almanya’da zamanla baya yayılmış ve mektup türüne önem verilmiştir.

Avrupa’da Çiçero, Madam de Sevigne ve Voltaire mektup türünde en iyi eserler veren üç isimdir. Özellikle Voltaire on sekiz bin adet mektup yazarak bu türde bir rekora da imza atmıştır. Ülkemizde Fuzuli ile başlayan mektup kavramı Namık Kemal’le devam etmiştir. Ardından Şinasi, Ziya Gökalp, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Halit ziya Uşaklıgil, Halikarnas balıkçısı, Orhan Veli Kanık, Nazım Hikmet ve Aziz Nesin’ in mektup alanında ciddi yazıları vardır.

Bazı yazarlarda romanlarını yazarken mektuplardan faydalanmışlardır. Buna örnek verecek olursak Goethe’nin yazdığı Genç Werther’in anıları, Halide Edip Adıvar’ın Adı Handan romanı, Leyla Erbil’in mektup aşkları romanı bu türde verilebilecek örneklerdendir.
Gelelim mektup özellikleri ve çeşitlerine

Mektupları, kullanıldıkları alanlara ve yazılma amaçlarına göre şu çeşitlere ayırabiliriz:

I.    Özel mektuplar: Yakın olduğumuz ve tanıdığımız kişilerle yaptığımız haberleşme amaçlı yazılan mektuplardır. Bu mektuplara aşk mektuplarını, teşekkür, baş sağlığı, özür dileme, davet, bayram ve yılbaşı tebriki için yazdığımız mektupları örnek olarak verebiliriz.

II.    İş Mektupları: Resmi dairelere ve özel kuruluşlara yazılan mektuplardır. Dilekçeler, telgraf ve ilanlar bu tarz mektuplara örnek olarak verilmektedir.

III.   Edebi ve Felsefi Mektuplar: Bir görüş, düşünce veya bir tezi savunma amaçlı yazılan mektuplar bu tarz mektuplar arasındadır.

Mektuplarda her türlü konu işlenebilir. Fakat mektubu yazarken nezaket çerçevesinde başlayıp o şekilde bitirilmesine özen gösterilmelidir. Ayrıca yazılan yazı okunaklı, anlatım sade ve anlaşılır olmalıdır. Samimiyetten uzak ve abartılı anlatımdan kesinlikle kaçınılmalıdır.

KEMİK SUYUNUN YARARLARI

                                                                        


KEMİK SUYUNUN YARARLARI  

 1-Bağırsak geçirgenliğini azaltır. (Kemik suyundaki jelatin sızıntılı bağırsağı iyileştirir.Sindirim sistemi mukazasına ve besinlerin sindirilmesine yardımcı olur.Yeterince parçalanmamış proteinlerin kana geçmesini engellemiş olur )
 2-Kemik oluşumu, büyümesi ve tamiratını destekler. (İçeriğindeki kalsiyum,mağnezyum ve fosfor ile) 
3-Enflamasyonlarla savaşır. (İçeriğindeki anti enflamatuar amino asitler,glisin ve proline çok yüksektir.)
 4-Grip ve benzeri soğuk algınlığı enfeksiyonlarıyla savaşır.
 5-Eklem ağrısı ve iltihabı(enflamatuarı ) önler. (İçeriğindeki glukozamin,kollajen dokuların artmasını büyümesini teşvik eder.)
 6-Cilt, saç ve tırnak sağlığını da mükemmelleştirir. (Kemik suyu içerisindeki kollajen ve jelatin saç büyümesini destekler. Saç tellerini ve deriyi canlandırır.) 
7-Ucuza mal olur. (Kilosu 4 tl. hatta kasabınızdan ücretsiz alabilirsiniz)
 8-Mineral takviyesi almaktan daha doğal,etkin ve ucuzdur. 
9-Uykuyu düzene sokar ve zihni sakinleştirir. (Kemik suyu içerisinde bulunan bir amino asit olan glisin sayesinde yapar.) 10-Kolay hazırlanır ve yemeklere lezzet verir.

KEMİK SUYUNUN HAZIRLANMASI

 1- 5 lt lik düdüklü tencereye ,1.5 kg kuzu kemiği ve 4 litre su konulur.
 2- ½ çay bardağı elma sirkesi ilave edilir. 
3-İstenirse 500gr ette ilave edilebilir. 
4-Hoş kokulu olması ve de ağır kokusunu alması için içerisine kereviz sapından iki dal yada yumrusundan ufak bir parça konulur. 
5-Kef dediğimiz su yüzeyindeki pıhtılar kevkirle temizlenir. Daha iyi bir yöntem 1-2 dk. kaynadıktan sonra bu suyunu dökerek ve bir kaç kez soğuk suyla yıkıyarak giderebilirsiniz.Bu işlemi yapmazsanız,,kemik suyunun tadı ve kokusu ağır olur. (kemik üzerindeki kanların sıcakla suya geçmesi ve pıhtılaşması sonucu oluşur.) Temizleme işlemi yaptığınız kemik sularıyla yapılan çorbaları, çocuklarınız büyük bir zevkle içecektir.Defne yapraklarından 4-8 adt.ilave yapabilirsiniz.
 6-Düdüklü subabı kalkmaya başlayınca küçük ocağa alınır ve altı en düşüğü getirilir.Yaklaşık 4 saat yayaş yavaş kaynatılır.Köylerde odun ateşinde ya da evlerde açık tencerede yine kısık ateşte pişirme süresi 10-15 saattir.
 7-Sonrasında soğumaya burakılır.Ve içerisine 1 çay kaşığı kaya tuzu karıştırılır.Et koyduysanız onlar seçilir ve ayrılır. Süzgeçle süzerek kemikleri köpeklere vermek üzere kaldırılır.. 
8-Kemik suyunu buzdolabına koyunuz yada içinden bir kısmını hemen kullanmaya başlıyabilirsiniz.6-12 saat sonra katılaşacaktır.Dolaptan çıkarıp, öğün miktarına göre poşetlere doldurup derin dondurucuda saklayınız.Yemek yapacağınızda poşetleri çıkarıp yemeklerin içerisine koyunuz.

Sebze yemeklerinin hepsine,tüm çorbalarınıza ve de pilavınıza rahatlıkla karıştırabilirsiniz.Yada özel çorbasını yapabilirsiniz. Yemeğin su isteme oranına ve kişi sayısına göre 2-8 çorba kaşığı kemik suyu ilavesi katabilirsiniz. Hatta çorbalarınızı saf kemik suyu ile yapabilirsiniz. Yemekleriniz hem çok sağlıklı hem de her zamankinden daha lezzetli olduğunu göreceksiniz.

Barut Ağacının Faydaları

Barut ağacının faydaları nelerdir?

Barut ağacı güney anadolunun kara ile suyun birleştiği suyu bol olan yerler ve dere kenarlarında yetişmektedir. Diğer bir adıda erkek akdikeni olarak bilinir. Yüksekliği bin metreyi bulan su olan dağlık bölgelerde bulunur. içirisinde Antraglikozidler, tanen, saponin, acı maddeler, şekerli komponentler, elma asidi, frangul asidi, glikofrangulin bulundurmaktadır. Yararları vardır. İdrar yapmayı arttırıcıdır. İshal yapar. Bağırsakları temizler. Yaraları geçirir. Safra hastalığına iyi gelir. dolaşım bozukluğunda kullanılır. Karaciğer hastalığında alınabilir. Sarılığı geçirir. Siroz hastalığında faydalıdır.


Hazırlanışı: Üç yaşındaki dalların kabukları kullanılır. Kabuklar kurutularak bir yıl bekletilir, bir yıl sonra kullanılır. doğranmış kabuklarından 1 çorba kaşığı 0,5 litre suda 6 saat bekletilerek 10 dakika kaynatılır. Süzüldükten sonra günde 3 kere yemeklerden önce bir çay bardağı kullanılabilir.

Tarsal Tünel Sendromu Nedenleri

Ayak bileği sinir sıkışması (tarsal tünel sendromu) nedenleri

Tarsal tünel ayak bileğinin iç tarafında, kemiklerin yanında bulunan dar bir boşluktur. Bu boşluğun içinden arter, ven, tendonlar ve ayak tabanı'nın hissini veren ana sinir geçer. Tarsal tünel sendromu ise içinde bulunan bu sinirin (posterior tibial sinir) üzerine yüklenen baskı veya sıkışma sonucu oluşan, ayak bileği iç tarafından ayak içine doğru ortaya çıkan şikayetlerin meydana geldiği bir hastalıktır. Tarsal tünel sendromu, posterior tibial sinir üzerinde baskıya neden olan durumlar oldukça fazladır.

Düz taban sorunu olanlarda topuğun dışa dönmesi sinir üzerinde baskıya neden olabilir. Tarsal tünelde siniri sıkıştıran herhangi bir oluşum, varisler, ganglion kistleri, tendon şişmeleri, kaslarda ve tendonlarda kalınlaşma, artritik kemik çıkıntıları, daha önceden geçirilmiş ya da mevcut olan travmatik tibia, talus ve kalkaneus kırıkları gibi nedenler tarsal tünel sendromuna sebep olabilir. Ayrıca, şeker hastalığı ve eklemleri tutan hastalıklar'da bu soruna yol açabilir.

Tarsal tünel sendromu belirtileri

Tarsal tünel sendromunun belirtileri ayak bileğinin iç yüzeyinde, ayak tabanında hisedilen, karıncalanma, yanma, elektriklenme, hissizlik, ayak ağrısı gibi belirtiler görülür. Bu şikayetler genellikle uzun süre ayakta kalındığı zaman, uzun yüründüğü zaman, egzersiz yapıldığında ve yeni bir egzersize başlandığında ortaya çıkabilir. Bazı hastalarda bu şikayetlerden sadece bir kaçı ve ya biri görülebildiği gibi, şikayetler tek bir noktada veya topukta, ayak arkasında ve baldırda bile hissedilir.

Tarsal tünel sendromu teşhisi

Tarsal tünel sendromunun tanısında, doktorun yapacağı fizik muayane ve sinir ileti sistemi (EMG) testi gereklidir. Olguların % 90'ında bu test tanıyı koymada yeterli olabilir. Fakat hastalık, plantar fasiit, topuk dikeni, damar hastalıkları, bel fıtığı ya da kireçlenmelere bağlı ağrılar ile karışabileceğinden, tarsal tünel sendromu tanısı alındıktan sonra gereken durumlarda manyetik rezonans (MR) görüntüleme yöntemi ile tarsal tünel içinde basıya neden olan lezyonun olup olmadığı araştırılır.

Tarsal tünel sendromu tedavisi

Tarsal tünel sendromu tedavisi cerrahi ve cerrahi olmayan tedavi yöntemleri uygulanır. Öncelikle antiinflamatuar ilaçlar ve gerek duyulan vakalarda ortopedik tabanlık, Ayak duruş pozukluğunda ortez kullanımı, istirahat amacı ile diz altı alçılama, germe egzersizleri ve lokal steroid enjeksiyonu gibi tedavi seçenekleri uygulanır. Bu tedaviler sonucu şikayetleri geçmeyen hastalarda tarsal tünel gevşetme cerrahisi yapılır. Tarsal tünel sendromunda tedavi basıya neden olan problemlere göre planlanır. Yer kaplayan lezyonların neden olduğu vakalarda ilk seçenek kitlenin cerrahi olarak çıkarılmasıdır.

Vücudun Su Dengesi Nasıl Korunuyor - Suyun Vucudumuzda ki Önemi

Su, insan vücudu için büyük bir önem taşır. Çünkü insan vücudundaki su miktarının %10′u kaybedilirse insan için hayati bir tehlike oluşmaya başlar. Bu tehlikenin oluşmaması için;Her gün yediğimiz besinler ve içtiğimiz sıvılarla vücudumuza kaç litre su aldığımız,
Bu suyun ne kadarını vücudumuzdan attığımız,
Kanımızda ne kadar su bulunduğu,
Dokularımızdaki su oranı, günün her saniyesi takip edilmesi gereken oranlardır.



Vücudun su ihtiyacın karşılanmasıyla ilgili gerçekler-hakikatler


Eğer bu hesaplamaları teker teker yapma görevi bir insana verilmiş olsaydı, görevi alan kişi başka hiçbir işle ilgilenmeden bütün zamanını bu göreve ayırmak zorunda kalırdı. Bunun için çok gelişmiş bir laboratuvara ihtiyaç duyar, gece gündüz hiç aralık vermeden kanındaki gelişmeleri gözlemlemek zorunda kalırdı. Ancak hiç kimsenin bedeninde bulunan su miktarını ölçmeye ihtiyacı yoktur. Çünkü Yüce Allah her insanın bedeninde, vücudunda bulunan su miktarını ayarlayan ve düzenleyen çok özel bir sistem yaratmıştır. Bu sayede insanların binbir güçlükle yerine getirecekleri (hatta büyük bir ihtimalle getiremeyecekleri) su miktarını ölçme görevini, küçücük hücreler büyük bir ustalıkla yerine getirirler.

Kandaki Su Dengesi Bozulduğunda Hangi Yöntemlere Başvurulur?

Hipotalamus, hormon sisteminin genel yöneticisidir. İnsan vücudunda iç istikrarın sağlanmasında hayati bir önemi vardır. Beynin hemen alt kısmında bulunan ve bir bezelye tanesi büyüklüğünde olan bu hipotalamus bölgesine çok özel algılayıcılar yerleştirilmiştir. Bu algılayıcılar, her saniye, hatta siz bu yazıyı okurken dahi, kanınızda bulunan su miktarını ölçerler. Eğer kanda bulunan su miktarının düştüğünü tespit ederlerse hemen alarma geçerler.



Alarm durumunda önlem olarak hipotalamusun hemen altında yer alan 1 cm büyüklüğündeki hipofiz adlı bez, “ADH” isimli bir hormon salgılar. Bu hormon, kan dolaşımı yolu ile uzun bir yolculuğa çıkar ve böbreklere ulaşır. Böbreklerde aynen bir kilidin bir anahtara uygunluğu gibi tam bu hormona uygun özel alıcılar vardır. Hormonlar bu alıcılara ulaştıkları anda böbreklerde hemen su tasarrufu düzenine geçilir ve su atılımı çok az bir düzeye indirilir.

Eğer gereğinden fazla su içmişsek bu sefer mekanizma tam tersine işler. Kandaki su yoğunluğu yükselir. Bu yükselme sonucu hipotalamusta bulunan algılayıcılar, ADH hormonunun salgılanması işlemini yavaşlatırlar. ADH hormonu azalınca böbreklerde suyun geri emilimi de azalır ve kandaki su miktarı dengede tutulmuş olur.

ADH Hormonu Sigorta İşlevi de Görüyor

ADH hormonunun bir özelliği de kan damarlarını kasabilmesi ve böylece kan basıncını artırabilmesidir. Bu da çok özel yaratılmış bir güvenlik -sigorta sistemidir. Bu güvenlik-sigorta sisteminin de çalışabilmesi için yine pek çok detayın aynı anda gerçekleşmesi gerekir.

Kalbin kulakçık bölgesinin içine ve kalbe gelen damarların içine kan basıncını ölçen çok özel alıcılar yerleştirilmiştir. Bu alıcılardan çıkan kablolar yani sinirler de hipofiz bezine bağlanmışlardır. Bu alıcılar, normal kan basıncı durumunda sürekli olarak uyarılmakta ve hipofiz bezine durmaksızın bir elektrik akımı göndermektedirler. Bu elektrik sinyallerinin hipofize ulaşması, ADH hormonunun salgılanmasını engellemektedir. Bu sistemi, kızıl ötesi ışınlar kullanarak yapılan alarm sistemlerine benzetebiliriz. Kızıl ötesi ışınlar, temas etmeleri gereken noktalara temas ettikleri sürece sistem alarm durumuna geçmez. Eğer hırsız farkında olmadan bu ışın demetlerinden birine temas ederse ışık kaynağı ve alıcı arasındaki bağlantı kesilir ve alarm çalmaya başlar. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi; kalbin ve damarların içine yerleştirilen alıcılardan hipofize sinyal ulaştığı sürece herşey normal ve yolunda gidiyor demektir.

Alarmın Çalışması Nasıl Gerçekleşir?

Ciddi bir kanama durumunda insan çok kan kaybeder ve damarlarında bulunan kan miktarı azalır. Bu da kan basıncının düşmesi anlamına gelir ki, düşük kan basıncı hasta açısından çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir.

İşte kan basıncı düştüğü anda damarların ve kalbin içinde bulunan reseptörlerin hipofize gönderdikleri sinyal de kesilir. Bu da hipofizin alarm durumuna geçmesine ve ADH hormonu salgılamasına neden olur. ADH hormonu derhal kan damarlarının etrafında bulunan kasların kasılmasına neden olur ve bu işlem kan basıncının yükselmesini sağlar.

Üzerinde Düşünülmesi Gereken Muazzam Bir Sistem…

Bu çok kompleks, birbirine bağımlı çalışan ve birçok parçadan oluşan sistemin, üzerinde düşünülmesi gereken birçok detayı vardır:

Hipotalamusta bulunan hücreler kendilerinden çok uzakta bulunan ve hiçbir zaman görmedikleri böbrek hücrelerine emir vermeyi nasıl akletmişlerdir?

Böbrek hücrelerinin anlayacakları ve itaat edecekleri bir mesaj yazmayı nasıl başarmışlardır?

Böbrek hücreleri bu emre niçin itaat ederler?

ADH hormonunu üreten hipotalamus hücreleri, kendilerinden çok uzakta bulunan damarların etrafındaki kas hücrelerinin yapısını nereden bilmektedirler?

Kan basıncının artması için bu damarların kasılması gerektiğini nasıl tahmin etmişlerdir?

Nasıl olur da bu hücrelerin kasılmasını sağlayacak kimyasal formülü üretebilirler?

Hipotalamusun, böbrek hücrelerinin ve ADH hormonunun bir araya gelerek bu kararları almalarının ve hayata geçirmelerinin mümkün olmadığı açık bir gerçektir. Bu örnekler, Allah’ın gözle görebildiğimiz veya göremediğimiz her aleme hakim olduğunun ve herşeyi sarıp kuşattığının delillerinden yalnızca birkaçıdır:

“…(Allah,) onların nezdinde olanları sarıp-kuşatmış ve herşeyi sayı olarak da sayıp-tesbit etmiştir.”(Cin Suresi, 28)

Susama Hissi;

Hipotalamus, hipofiz ve ADH’nin oluşturduğu bu mükemmel sistemin eksiksiz çalışması hayatta kalmamız için yeterli değildir. Bizim su içmemiz -dahası ne kadar su içmemiz- gerektiğini bilmemiz gerekir. Sonsuz şefkat sahibi olan Allah, bunun için insanı susama hissi ile birlikte yaratmıştır.

Vücudumuzda herşeyin eksiksiz olduğunu ama sadece susamadığımızı varsayalım. Böyle bir durumda doğduktan çok kısa bir süre sonra vücudumuz rahatsızlanmaya başlardı. Çünkü insan besinsiz 1-2 hafta kadar yaşayabildiği halde su içmeksizin 3-4 günden daha fazla yaşayamaz. Susama hissimiz olmadığı için neden rahatsızlandığımızı ve hayatımızın tehlikeye girdiğini de anlayamazdık. Oysa bir insan, doğduğu andan itibaren su içmesi gerektiğini üstelik ne kadar içmesi gerektiğini bilir, çünkü tam gerektiği oranda susar. Kusursuz olarak yaratılmış olan bu hayati sistem sayesinde de vücudumuzdaki su dengesi korunmuş olur.

Kalbin ve damarların içine yerleştirilen alıcılardan hipofize sinyal ulaştığı sürece herşey yolunda gidiyor demektir. Ancak kan basıncı düştüğünde sinyal kesilir. Bu da gerekli önlemlerin alınmasına neden olur. Bu sistemi kızıl ötesi ışınlar kullanarak yapılan alarm sistemlerine benzetebiliriz. Kızıl ötesi ışınlar devam ettiği sürece sorun yoktur. Ancak herhangi bir sebeple ışının kesintiye uğraması, alarm durumuna geçilmesini sağlar.

Kontrol merkezi

Susuzluk merkezi insanın beyninde bulunur. Beyin vücudun sıvı dengesini degerlendirir ve daha sonra duruma göre, bir dizi biyokimyasal tepkime başlatarak, insanda susuzluk duygusunu oluşturur.

Saklayıcı depolar

İnsan vücudunun ağırlığının yaklaşık %60′ını su oluşturur. Bu suyun üçte ikisi hücreler tarafından tutulur. Sadece üçte biri hücre dışı sıvıları oluşturur.

Kana dikkat

Vücuttaki sıvı eksikliği nedeniyle kan hacminde bir azalma olduğunda, kalp beyne bir alarm sinyali gönderir ve susuzluk duygusunun oluşmasını sağlar.

ENSEDE ŞİŞLİK NEDENLERİ? ENSE ARKASINDA ŞİŞLİKLER İÇİN NE YAPILMALI?

Ensede şişlik, ense arkasında şişlik ya da daha bilinen tanımı ile beze   savunma yapıları üzerinde oluşmaktadırlar. Bu oluşan bezeler diğer bir ismi ile lenfler vücudun dışardan aldığı yabancı mikroorganizmalarla sürekli bir savaş durumunda olan ve vücudun korunması işlevini gören savunma mekanizmaları olarak bilinmektedir. Bu nedenle boyunda, koltuk altında, kulak çevresinde ve ensede oluşan şişlikler vücudun savunma mekanizmaları olan lenf modüllerinin kendilerini savunmaya geçmesi sonucu oluşmaktadır.
Zaman zaman bu tür şişlikler birtakım hastalıkların habercisi de olabilmektedir. Örneğin enfeksiyona bağlı gelişen hastalıklarda bezlerde bu tür şişlikler ve büyümeler görülebilmektedir. Normal bir bezenin bir santimetreden küçük olması gerekmektedir. Fakat eğer ki bir bezenin boyutu bir santimetrenin üstündeyse bu durumda oluşan bezenin bir hastalıktan kaynaklanması çok büyük olasılıktır.

Ensede meydana gelen bu şişlikler yani bezeler büyük olasılıkla enfeksiyona dayalı hastalıklardan kaynaklanmaktadır. Şişliklerin en hassas ve ağrılı olanlara ise çoğunlukla enfeksiyon durumlarına bağlı olarak oluştuğu bilinir. İki hafta kadar bir süre sürebilen bezeler, ensede oluşan şişlikler veya da diğer, bezelerin meydana geldiği noktalar uzmanlar tarafından normal karşılanmaktadır. Fakat bu oluşan bezeler eğer iki haftadan daha uzun bir süre geçmediği zamanlarda doktorlar tarafından şüpheyle yaklaşılmaktadırlar.

Çünkü genel olarak bu tarzdaki bezeler tüberküloz, viral enfeksiyon ve kanser hastalığı gibi durumlara neden olabilmektedir. Bezelerde kanser gibi bir hastalık olduğu durumlarda herhangi bir ağrı durumu söz konusu değildir. Ayrıca bu bezeler lastik yapısında bezelerdir. Ve dokunduğunuzda hareketlilik gösterirler. Ayrıca belirtmekte yarar var beze kanseri ensede ve boyun bölgesinde başlayabilmektedir.

Bazı durumlarda ise ense arkasında ve ensede oluşan şişlik fazlasıyla tehlikeli ve ciddi sıkıntılar oluşturabilmektedir. Eğer ensede oluşan şişliğe bakteri veya virüsler sebep oluyorsa bu durumda hastalığın tedavisi oldukça zorlaşmaktadır. Özellikle Streptokoklu boğaz, boyun kanseri, lösemi, ciltte tahriş, cilt üzerinde apse yahut diğer kanser türlerinin oluştuğu anlamına da gelebilmektedir.

Anlattıklarımızdan yola çıkarak kısaca özetleyecek olursak ensede şişlik durumu enfeksiyondan kaynaklanan ve en fazla iki hafta sürenler, iki haftadan fazla sürüp ur şeklinde olanlar ve ömür boyu devam eden kalıtsal sebeplerden olan şişliklerdir.

Son olarak birçok hastalıkta olduğu gibi ensenizde oluşan şişlikleri ihmal etmeyip doktora başvurmakta fayda vardır.

BEL FITIĞI NEDENLERİ, BELİRTİLERİ VE KORUNMA YOLLARI

Vücudumuzun en büyük ağırlığını taşıyan omurgamız bel kısmı disk ve beş adet omurdan oluşmaktadır. Ve yaptığımız herhangi bir zorlama sonucu burada bulunan diski koruyan çekirdeğin ve diskin yırtılmasına neden olur. Bu yırtılan çekirdek doku eğer arka tarafta bulunan kanala doğru ilerleyip fıtıklaştırırsa sinirlere baskı yaparak bel fıtığı oluşmasına neden olur.

İnsanların hayatları boyunca baş ağrısından sonra en çok yaşadıkları sağlık sorunlarından birisi bel ağrılarıdır. Bel ağrılarının yaşanmasının en büyük nedeni bel fıtığı olarak görülse de bunun dışında jinekolojik sorunlar, birtakım enfeksiyona bağlı oluşan hastalıklar, romatizmal sorunlar, iç organlarda ve karın bölgesindeki rahatsızlıklar da bel ağrıları yaşanmasına neden olabilmektedir.
Bugün birçok yetişkinde kadın erkek fark etmeksizin bel fıtığı sorunu yaşanabilmektedir. Ama şunu belirtmek de fayda var ki her bel fıtığı sorunu yaşayan kişinin illaki ağrı çekeceği söz konusu değildir.

Bel fıtığının oluşmasına neden olan birkaç etken vardır. Ama bunlardan en önemlisi aşırı kilodur. Hatta öyle ki hamilelik nedeniyle aşırı kilo alan kişilerde de bel fıtığı görülme durumu çok yüksektir. Kilo sonucu vücuda binen aşırı yük omurgada bulunan disklerin zorlanmasına neden olarak diskin fıtıklaşmasına neden olmaktadır.  Yine bunun dışında bilinçsizce yapılan ani hareketlerde sinirlerin sıkışıp diskin zarar görmesine ve bel fıtığı yaşanmasına neden olabilmektedir.

Bel fıtığının belirtileri

Bel fıtığının en büyük belirtisi oluşan bacak ağrılarıdır. Bacak ağrısı dışında bacaklarda yaşanan kuvvetsizlik ve adalelerde incelme diğer belirtiler arasındadır. Bunların dışında büyük tuvaletini hatta idrarını bile yapmakta zorlanma ve bu konuda hissizlik gibi durumlar yaşanmasına neden olabilmektedir.

Ama bu konuda tabi ki asıl tespit tabi ki doktor muayenesinden geçtikten sonra tespit edilmektedir. Yapılan inceleme sırasında sinirlerin geçtiği adalenin gücüne bakılır. Yapılan muayene sonrasında sinirlerin bal bölgesine baskı yaptığı gözlemlenirse bilgisayarlı tomografi, grafi, myelografi gibi görüntüleme yöntemlerine başvurularak hastada bel fıtığı olup olmadığı kesin olarak tespit edilir.

Hastalığın tespit edildiği kişilerin büyük çoğunluğu ameliyat edilmeden hastalıktan kurtulabiliyor.  İyileşme sürecinde kişiye ilk olarak yatak istirahati verilmektedir. Öyle ki hastanın tuvalet dışında on beş gün süreyle yataktan kalkmaması çok önemlidir. Bunun dışında ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlarla oluşan ağrı giderilmeye çalışılır. Bunlardan sonra eğer hasta kendini iyi hissediyorsa egzersiz programlarına alınarak tedaviye devam edilir.

Hastalığın tedavi edilmemesi çok ciddi sıkıntılara sebep olacağından bu konuda şikayetleriniz varsa mutlaka bir doktora görünüp tedavi olmanızda fayda vardır.

Bel fıtığından korunmak için yapılması gerekenler

•    Öncelikle hastalığın en büyük nedenlerinden birinin kilo olduğunu söylemiştik. Bu nedenle ilk yapılması gerekenlerden biri fazla kiloların verilmesidir.

•    Karın ve bel adalelerinin güçlü olmasını sağlayacak egzersizler yaparak belinizi güçlendirerek korunma sağlayın.

•    Güçlü bel ve karın yapısı sağlayarak belinize binen ağırlığı azaltın.

•    Bir eşya almak veya ayakkabı bağlama hareketleri esnasında eğilmeye ve dizlerinizi kırarak hareket etmek çok önemlidir.

Yukarıda belirttiğim önemlere özen göstermek hastalığa neden olabilecek sorunların önüne geçmenize ve hastalığa yakalanma riskini azaltmanıza neden olacaktır.

KABIZLIK TEDAVİSİ BİTKİSEL VE KABIZLIĞA İYİ GELEN BESİNLER

Bilimsel bir ifadeyle konstipasyon olarak ifade edilen kabızlık sorunu haftada üç defadan az olmak üzere tuvalete çıkmak yani dışkılamak ve dışkılama esnasında zorlanmak olarak tanımlanmaktadır.

Neden kabız oluruz?

•    En büyük kabız olma nedenlerinden biri yanlış beslenme ve yetersiz sıvı tüketimidir. Bazı kişiler içtikleri çay ve kahveyi de sıvıdan saysalar da kastettiğimiz sıvı tüketiminden kasıt gün içerisinde tüketilen su miktarıdır.
•    Tiroitlerin yeterince çalışmaması, şeker hastalığı gibi birtakım hastalıklar da kişinin kabız olmasına neden olmaktadır.

•    İçilen birtakım ilaçlarda kişide kabızlık problemi yaşanmasına neden olabilir.

Kabızlık sürecinde dışkılama tam olarak gerçekleşmez ve kişi bu süreçte ağrı çeker. Kabızlık sürekli yaşandığı süreçte kişi için risk oluşturabilecek bir durumdur. Bu gibi durumu yaşayan kişilerde zamanla bağırsak düğümlenmesi bile yaşanabileceğinden ihmal edilmemesi gerekmektedir. Bu yüzden de bu konuda birtakım çarelere başvurulması da kaçınılmazdır. Buradan yola çıkarak kabızlığa iyi gelen besinlere ve çaylara değinmek de yarar görüyorum.

Kabızlığa iyi gelen besinler

•    Her şeyden önce susuzluk sonucu yaşandığını belirttiğimiz kabızlık için yeterli su tüketmek çok önemlidir.

•    Lifli gıdalar, sebzeler ve meyveler sindirim sistemimizi hızlandıracağı için beslenmemize lifli gıdaları muhakkak eklemeliyiz. Örnek verecek olursak pırasa (pirinçsiz olarak yapıldığı durumda) kuşkonmaz, lahana, enginar, havuç, tatlı patates, elma, kayısı, şeftali, kuru üzüm, erik ve baklagiller olarak ifade edilen fasulye gibi yiyecekler kabızlığı geçirecek olan besinler arasındadır.

•    Tahıllar arasında buğday, kepekli tahıllar, yulaf kepeği, keten tohumu, mısır unu ve çavdar gibi tahıllar sindirim sisteminin çalışmasını hızlandıracağı için kabızlığa iyi gelmektedir.

•    Bitki çayları, Birtakım bitki çayları da sindirim sistemini etkileyip çalışmasını sağlayarak kabızlıktan kurtulmamızı sağlarlar. Bu bitki çayları,

    Nane çayı,
    Zencefil çayı,
    Karanfil çayı,
    Isırgan otu çayı,
    Rezene çayı,
    Adaçayı,
    Ekinezya çayı,
    Karahindiba çayı,
    Kuşburnu çayı,
    Sinameki çayı,
    Meyan kökü çayı.

Fakat bitki çaylarının çok uzun süre içilmesi bağırsak tembelliğine neden olduğu için içerken kontrollü davranmak çok önemlidir.

Sizin de gördüğünüz gibi kabızlık çaresi olmayan bir sorun değildir. Beslenme sisteminin doğru bir şekilde yapılması ile sorun büyük bir olasılıkla ortadan kalkacaktır. Fakat bir kez daha belirtmek de yarar var uzun süreli geçmeyen kabızlıkta doktora danışmak ve ihmal etmemek çok önemlidir.

İSHALİ NE GEÇİRİR? İSHALE İYİ GELEN BESİNLER NELERDİR?

İshal tuvalete acil olarak çıkma durumu yaratan yaptığınız tuvalet miktarının ve tuvalete gitme sıklığınızın artmasına neden olan bir hastalıktır. İshal durumunda günde 2, 3 ya da daha fazla sulu ve gevşek bir dışkı yapılır. Hatta kimi zaman da tamamı su içerikli olabilmektedir. Bu belirtilerin dışında bazen ishalle birlikte rahatsızlık verecek oranda karın ağrısı, kramp, mide bulantısı, kusma ve ateş gibi belirtilerde yaşanmaktadır.
İshalin çok uzun süre olması özellikle çocuklarda ciddi sağlık problemlerine neden olabilmektedir. Genel olarak en fazla iki günde kendi kendine sonlanan ishal durumu bu süreyi geçtiği takdirde doktora danışılmalıdır. Doktora gitmek istemeyenler aşağıda belirteceğim bitkisel tedavi yöntemleriyle de ishali sonlandırabilirsiniz.

Bitkisel ishal tedavisi nasıl yapılır?

•    İshali kesen en etkili kürlerden biri yaş veya kuru olan hamur mayasından yarım çay kaşığı kadarını bir çay bardağı ılık su ile karıştırıp içiyoruz. Tadı kötü olsa da en kolay uygulanan ishal kürlerinden biridir.

•    Bir başka yöntem karanfil kürüdür. Bu kür için sabah kahvaltısından bir saat sonra akşam yemeğinden iki saat kadar önce 7 adet karanfili çiğnemeden direk olarak yutuyoruz. Bol su ile yutmak etkiyi artıracaktır. Bu kür en fazla bir hafta uygulanmalıdır.

•    Yine çok bilindik diğer bir yöntemde bir tatlı kaşığı kadar kuru kahvenin üzerine biraz limon sıkılıp içilir. Ardından bir bardak su içilir.

•    Kızılcık meyvesi kabız yaptığından ishali kesici etkisi vardır.

•    Adaçayından bir miktar alıp bir litre su ile kaynatıp içildiğinde ishali kesip şikâyetlerini giderecektir.

•    Ahududu yaprakları kaynatılıp içildiğinde ishali keser.

•    Böğürtlen ishale iyi gelir.

•    Gül yaprakları kaynatılıp çayı içildiğinde rahatlık verip ishali gidermektedir.

•    Ahlat olarak bilinen yabani armut pişirilip yenildiğinde ishale iyi gelir.

•    Kestane ağacının yapraklarından kaynatılıp hazırlanan çay içildiğinde ishal gidericidir.

•    Koyu çay ishal kesici özellikler içerir.

•    Muz ve şeftali de ishal kesici özellikler içermektedir.

•    Bir avuç koruk yani olmamış üzüm suyu da ishal geçiricidir.

•    Pirinç lapası, haşlanmış patates de ishali giderici özellikler içerir.

•    Arpanın kaynatılıp suyunun içilmesi de yine ishali engelleyen bir durumdur. Ayrıca arpa suyunun ishal dışında birçok hastalığı da iyi geldiği bilinmektedir.

Sizlere kısaca doktora gitmeden ishali geçirme yöntemlerini anlatmaya çalıştım. Ama bunun dışında şunu özellikle belirtmek istiyorum. İshal süresince çok fazla sıvı kaybı yaşandığından bol su almayı atlamayın. Sağlıklı günler.