Su, insan vücudu için büyük bir önem taşır. Çünkü insan vücudundaki su miktarının %10′u kaybedilirse insan için hayati bir tehlike oluşmaya başlar. Bu tehlikenin oluşmaması için;Her gün yediğimiz besinler ve içtiğimiz sıvılarla vücudumuza kaç litre su aldığımız,
Bu suyun ne kadarını vücudumuzdan attığımız,
Kanımızda ne kadar su bulunduğu,
Dokularımızdaki su oranı, günün her saniyesi takip edilmesi gereken oranlardır.
Vücudun su ihtiyacın karşılanmasıyla ilgili gerçekler-hakikatler
Eğer bu hesaplamaları teker teker yapma görevi bir insana verilmiş olsaydı, görevi alan kişi başka hiçbir işle ilgilenmeden bütün zamanını bu göreve ayırmak zorunda kalırdı. Bunun için çok gelişmiş bir laboratuvara ihtiyaç duyar, gece gündüz hiç aralık vermeden kanındaki gelişmeleri gözlemlemek zorunda kalırdı. Ancak hiç kimsenin bedeninde bulunan su miktarını ölçmeye ihtiyacı yoktur. Çünkü Yüce Allah her insanın bedeninde, vücudunda bulunan su miktarını ayarlayan ve düzenleyen çok özel bir sistem yaratmıştır. Bu sayede insanların binbir güçlükle yerine getirecekleri (hatta büyük bir ihtimalle getiremeyecekleri) su miktarını ölçme görevini, küçücük hücreler büyük bir ustalıkla yerine getirirler.
Kandaki Su Dengesi Bozulduğunda Hangi Yöntemlere Başvurulur?
Hipotalamus, hormon sisteminin genel yöneticisidir. İnsan vücudunda iç istikrarın sağlanmasında hayati bir önemi vardır. Beynin hemen alt kısmında bulunan ve bir bezelye tanesi büyüklüğünde olan bu hipotalamus bölgesine çok özel algılayıcılar yerleştirilmiştir. Bu algılayıcılar, her saniye, hatta siz bu yazıyı okurken dahi, kanınızda bulunan su miktarını ölçerler. Eğer kanda bulunan su miktarının düştüğünü tespit ederlerse hemen alarma geçerler.
Alarm durumunda önlem olarak hipotalamusun hemen altında yer alan 1 cm büyüklüğündeki hipofiz adlı bez, “ADH” isimli bir hormon salgılar. Bu hormon, kan dolaşımı yolu ile uzun bir yolculuğa çıkar ve böbreklere ulaşır. Böbreklerde aynen bir kilidin bir anahtara uygunluğu gibi tam bu hormona uygun özel alıcılar vardır. Hormonlar bu alıcılara ulaştıkları anda böbreklerde hemen su tasarrufu düzenine geçilir ve su atılımı çok az bir düzeye indirilir.
Eğer gereğinden fazla su içmişsek bu sefer mekanizma tam tersine işler. Kandaki su yoğunluğu yükselir. Bu yükselme sonucu hipotalamusta bulunan algılayıcılar, ADH hormonunun salgılanması işlemini yavaşlatırlar. ADH hormonu azalınca böbreklerde suyun geri emilimi de azalır ve kandaki su miktarı dengede tutulmuş olur.
ADH Hormonu Sigorta İşlevi de Görüyor
ADH hormonunun bir özelliği de kan damarlarını kasabilmesi ve böylece kan basıncını artırabilmesidir. Bu da çok özel yaratılmış bir güvenlik -sigorta sistemidir. Bu güvenlik-sigorta sisteminin de çalışabilmesi için yine pek çok detayın aynı anda gerçekleşmesi gerekir.
Kalbin kulakçık bölgesinin içine ve kalbe gelen damarların içine kan basıncını ölçen çok özel alıcılar yerleştirilmiştir. Bu alıcılardan çıkan kablolar yani sinirler de hipofiz bezine bağlanmışlardır. Bu alıcılar, normal kan basıncı durumunda sürekli olarak uyarılmakta ve hipofiz bezine durmaksızın bir elektrik akımı göndermektedirler. Bu elektrik sinyallerinin hipofize ulaşması, ADH hormonunun salgılanmasını engellemektedir. Bu sistemi, kızıl ötesi ışınlar kullanarak yapılan alarm sistemlerine benzetebiliriz. Kızıl ötesi ışınlar, temas etmeleri gereken noktalara temas ettikleri sürece sistem alarm durumuna geçmez. Eğer hırsız farkında olmadan bu ışın demetlerinden birine temas ederse ışık kaynağı ve alıcı arasındaki bağlantı kesilir ve alarm çalmaya başlar. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi; kalbin ve damarların içine yerleştirilen alıcılardan hipofize sinyal ulaştığı sürece herşey normal ve yolunda gidiyor demektir.
Alarmın Çalışması Nasıl Gerçekleşir?
Ciddi bir kanama durumunda insan çok kan kaybeder ve damarlarında bulunan kan miktarı azalır. Bu da kan basıncının düşmesi anlamına gelir ki, düşük kan basıncı hasta açısından çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir.
İşte kan basıncı düştüğü anda damarların ve kalbin içinde bulunan reseptörlerin hipofize gönderdikleri sinyal de kesilir. Bu da hipofizin alarm durumuna geçmesine ve ADH hormonu salgılamasına neden olur. ADH hormonu derhal kan damarlarının etrafında bulunan kasların kasılmasına neden olur ve bu işlem kan basıncının yükselmesini sağlar.
Üzerinde Düşünülmesi Gereken Muazzam Bir Sistem…
Bu çok kompleks, birbirine bağımlı çalışan ve birçok parçadan oluşan sistemin, üzerinde düşünülmesi gereken birçok detayı vardır:
Hipotalamusta bulunan hücreler kendilerinden çok uzakta bulunan ve hiçbir zaman görmedikleri böbrek hücrelerine emir vermeyi nasıl akletmişlerdir?
Böbrek hücrelerinin anlayacakları ve itaat edecekleri bir mesaj yazmayı nasıl başarmışlardır?
Böbrek hücreleri bu emre niçin itaat ederler?
ADH hormonunu üreten hipotalamus hücreleri, kendilerinden çok uzakta bulunan damarların etrafındaki kas hücrelerinin yapısını nereden bilmektedirler?
Kan basıncının artması için bu damarların kasılması gerektiğini nasıl tahmin etmişlerdir?
Nasıl olur da bu hücrelerin kasılmasını sağlayacak kimyasal formülü üretebilirler?
Hipotalamusun, böbrek hücrelerinin ve ADH hormonunun bir araya gelerek bu kararları almalarının ve hayata geçirmelerinin mümkün olmadığı açık bir gerçektir. Bu örnekler, Allah’ın gözle görebildiğimiz veya göremediğimiz her aleme hakim olduğunun ve herşeyi sarıp kuşattığının delillerinden yalnızca birkaçıdır:
“…(Allah,) onların nezdinde olanları sarıp-kuşatmış ve herşeyi sayı olarak da sayıp-tesbit etmiştir.”(Cin Suresi, 28)
Susama Hissi;
Hipotalamus, hipofiz ve ADH’nin oluşturduğu bu mükemmel sistemin eksiksiz çalışması hayatta kalmamız için yeterli değildir. Bizim su içmemiz -dahası ne kadar su içmemiz- gerektiğini bilmemiz gerekir. Sonsuz şefkat sahibi olan Allah, bunun için insanı susama hissi ile birlikte yaratmıştır.
Vücudumuzda herşeyin eksiksiz olduğunu ama sadece susamadığımızı varsayalım. Böyle bir durumda doğduktan çok kısa bir süre sonra vücudumuz rahatsızlanmaya başlardı. Çünkü insan besinsiz 1-2 hafta kadar yaşayabildiği halde su içmeksizin 3-4 günden daha fazla yaşayamaz. Susama hissimiz olmadığı için neden rahatsızlandığımızı ve hayatımızın tehlikeye girdiğini de anlayamazdık. Oysa bir insan, doğduğu andan itibaren su içmesi gerektiğini üstelik ne kadar içmesi gerektiğini bilir, çünkü tam gerektiği oranda susar. Kusursuz olarak yaratılmış olan bu hayati sistem sayesinde de vücudumuzdaki su dengesi korunmuş olur.
Kalbin ve damarların içine yerleştirilen alıcılardan hipofize sinyal ulaştığı sürece herşey yolunda gidiyor demektir. Ancak kan basıncı düştüğünde sinyal kesilir. Bu da gerekli önlemlerin alınmasına neden olur. Bu sistemi kızıl ötesi ışınlar kullanarak yapılan alarm sistemlerine benzetebiliriz. Kızıl ötesi ışınlar devam ettiği sürece sorun yoktur. Ancak herhangi bir sebeple ışının kesintiye uğraması, alarm durumuna geçilmesini sağlar.
Kontrol merkezi
Susuzluk merkezi insanın beyninde bulunur. Beyin vücudun sıvı dengesini degerlendirir ve daha sonra duruma göre, bir dizi biyokimyasal tepkime başlatarak, insanda susuzluk duygusunu oluşturur.
Saklayıcı depolar
İnsan vücudunun ağırlığının yaklaşık %60′ını su oluşturur. Bu suyun üçte ikisi hücreler tarafından tutulur. Sadece üçte biri hücre dışı sıvıları oluşturur.
Kana dikkat
Vücuttaki sıvı eksikliği nedeniyle kan hacminde bir azalma olduğunda, kalp beyne bir alarm sinyali gönderir ve susuzluk duygusunun oluşmasını sağlar.