Depresyonun İlaç Tedavisi ve Tedaviye Yanıt
Majör depresyon tedavisinde diğer kronik hastalıklarda olduğu gibi tedavi sonlanım hedefinin belirlenmesi tedavi sürecini netleştirir ve uygun sürede ilaç kullanımına imkân verir. Geçmişte antidepresan tedavi ile ‘yanıt’ alınması yeterli bulunmuş ve birçok ilaç çalışmasında tedavi yanıtı ölçüt alınmıştır. Tedavi kılavuzlarında, 1993 ve sonrasında depresyon tedavisinde temel hedefin düzelme olduğu vurgulanmaya başlamış, günümüzde düzelme ve iyileşme temel hedef haline gelmiştir (Keller 2003, Andrew ve ark., 2003). Antidepresan ilaç etkinliği üzerine yapılan çalışma sonuçları, belirlenen hedefe çok yakın olmadığımızı göstermektedir.
Majör depresif bozuklukta, tedavi etkinliğini araştıran birçok çalışma yürütülmüş ve farklı aralıklarda sonuçlar elde edilmiştir. Tedaviye yanıt oranlarının %53-80 arasında değiştiği gözlenmektedir (Fava ve Davidson, 1996; Papakostas ve Fava, 2006; Hennings ve ark., 2009). Uzun dönemde depresyonun prognozuna etkisi yanıttan daha çok vurgulanan iyileşme ve düzelme oranları ise daha düşüktür (Judd ve ark., 2000b). Çalışma sonuçlarında düzelme oranlarının %50’nin altında olduğu belirlenmiştir (Petersen ve ark., 2005; Rush ve ark., 2006; Gaynes ve ark., 2008). Bugüne kadar yapılan en büyük depresyon tedavi çalışmalarından olan ve dâhil etme ölçütleri ile klinik uygulamadaki gerçek hasta grubunu yansıtmayı hedefleyen çok merkezli randomize kontrollü bir çalışma olan STAR*D çalışmasında, düzelme sonlanım ölçütü olarak alınmış ve düzelme gözlenmeyen hastalarda uygulanan farklı tedavi seçeneklerinin birbirlerine olan üstünlükleri araştırılmış ve klinik uygulamalar için önemli sonuçlar elde edilmiştir. Çalışma toplam 4 basamakta yürütülmüş ve hastalar 1. basamakta 14 hafta gibi uzun bir süre ile sitalopram tedavisi ile izlenmiştir. Görece uzun izlem süresine rağmen hastalarda ancak %47 oranında yanıt ve %30 oranında düzelme saptanmıştır (Gaynes ve ark., 2008). Güçlendirme veya ilaç değişikliğinin yapıldığı 2. basamakta yanıt oranı %31’e düşmektedir (Warden ve ark., 2007a). 3. ve 4. basamakta tedaviye dirençli olarak tanımlanabilecek olan hasta gruplarında güçlendirme (tiroid hormonu ve lityum ile) veya ilaç tedavilerinde değişiklik yapılmıştır. İzlemde her bir basamakta giderek azalan oranlarda düzelme elde edilmiştir. Birinci basamak sonuçlarına göre yanıt oranları düzelme oranları ile kıyaslandığında daha yüksektir (Gaynes ve ark., 2008). Yanıt veren tüm hastalarda, düzelmenin gözlenmemesi dikkat çekicidir ve tedavi sonucunda düzelme oranını arttıracak yeni tedavi seçeneklerinin araştırılmasının gerekliliğini göstermektedir. Düzelme gözlenmeyen hasta gruplarında yineleme riski ve bedensel belirti sıklığında artış, sosyal işlevsellikte bozulmanın daha sık gözlendiği, prognozun daha kötü olduğu gösterilmiştir (Mathys ve Mitchell, 2011).
Majör depresyonda tedaviye yanıt, düzelme ve iyileşme oranlarındaki farklılıklar çalışma deseni, sonlanım ölçütlerini değerlendirmede kullanılan ölçekler, önerilen antidepresan ilaç, depresyona eşlik eden diğer eksen tanılardaki farklılık ile açıklanabilir (Naudet ve ark., 2011). Tüm bu değişkenler içerisinde en belirleyici etken çalışma desenidir ve randomize kontrollü çalışmaların gözlemsel çalışmalara göre daha yüksek tedaviye yanıt oranları ile sonuçlandığı ve bir tedavinin etkinliğini ve güvenirliliğini test etmede altın standart olduğu belirtilmektedir (Naudet ve ark., 2011). Ancak bir ilacın günlük uygulamalardaki etkililiği, örneklemin çeşitli ölçütlerle sınırlandığı etkinlik çalışmalarıyla elde edilen bilgilerle kestirilemeyebilir. Antidepresan tedavi sonlanımına yönelik çalışmalarda, dışlanma ölçütlerine uygun bulunan ve çalışmalara alınan depresyon hastaları arasında önemli farklılıklar olduğu gösterilmiştir (Seemüller ve ark., 2010). Bu durum, doğal uygulamadakine benzer hasta topluluklarıyla yapılmış çalışma sonuçlarını değerli kılmaktadır. Çoğu çalışmanın ortak sonucu düzelme oranlarının %50’nin altında olduğu yönündendir (Keller ve ark., 2000; Trivedi ve ark., 2006; Entsuah ve ark., 2001). Sonuç olarak bu oranın klinik uygulamalarda beklentileri karşılayacak düzeyde olmadığını görülmektedir.